top of page

BAZEN BİR DEVİNİM YETER

Ne zamandan beri burada olduğumu hatırlamıyorum, nereden nereye gittiğimi bilmiyorum, bunun adına seyahat demeyeceğim, çünkü kendi irademle burada değilim. Adımlarımı olabildiğince ağır atabiliyorum, yolculuğun yarattığı yorgunluk ve üzerime yapışan tozlar bedenimi daha da ağırlaştırıyor, külçe gibi kaskatıyım, fiziksel olarak değil sadece, ruhsal olarak da kaskatı olduğumu söylemeliyim. Bakışlarım bedenimin yarattığı katılıktan donuklaşmış, tek bir noktaya bakıyor. Dudaklarım susuzluktan kurumuş, yere uzansam belki bir daha kalkamayacak gibiyim. Yerçekimi adeta yerin dibine doğru çekiyor gibi. Tam olarak hangi kısımlarının belirdiğini hatırlayamamakla birlikte, Zihnimde şu şiir beliriyor; Dante gibi ortasındayız ömrün, yalvarmak, yakarmak nafile bugün, gözünün yaşına bakmadan gider. Hayır yaşla ilgili bir sorunum yok.. ben sadece kendimi mezbahaya kesim için gönderilen hayvanlar gibi hissediyorum. Büsbütün yalnız değilim, ama kalabalık da hissedemiyorum. Kalabalık olduğu fikrini yerden havaya kalkan tozların yoğunluğundan tahmin edebiliyorum. Kalabalığın ortasında bir başımayım sanki.

Annemi anımsıyorum. -Erkek çocukların annelerine olan bağını hala çözebilmiş değilim.- O’nu denizin üzerinde batmamaya çalışırken gördüğümü anımsıyorum. Boğazına kadar suya gömülü başını ve zorla suyun üstünde kalma çabasını, devinimlerini, sarf ettiği gayreti. Birden kendimi kendime kızarken buluyorum. Neden devinmediğimi. belki de korktuğum için. Korkuyorum.. bu kez karanlıktan değil, büsbütün yalnız kalmaktan. Ağır adımlarla ilerlerken bedenim taş gibi sanki, bakışlarım bir noktada sabitlenmiş, ruhundan arınmış.. hislerden arınmış diyemiyorum çünkü kalbimin atışını sırtımda ve ağzımda hissedebiliyorum. Sırtımda birbiri ardına batan iğneleri ve avuç içlerimde yanan alevi. Koltuk altımdan süzülen terleri.. gözyaşı gibi akıp bluzumu ıslatışını.. hava olabildiğince sıcak, ya da ben öyle hissediyorum. Bakışlarım donuk ya da bir noktada sabit, sanki sağa ya da sola bakmak yasak gibi. O yüzden doğru düzgün kimseyi göremiyorum.

Bir an için dursam, durabilsem diğerleri de durur mu acaba diye düşünüyorum. yoksa çoktan öldürdükleri benlikleriyle yürümeye devam mı ederler.. böyle bir durumda gözümün önüne geçmişim geliyor.. Sevgililerim, ya da kavuşamadıklarım. Sevgililerimi size bırakıyorum, ben kavuşamadıklarımın peşinden gideceğim, asla söyleyemediklerimin peşinden. Söyleyip de ikna edemediklerimin, hayır beni sevmelerine değil; var olduğuma, olabileceğime. Aradan geçen onca yıllara rağmen bu var olma hali ya da ihtiyacı neden yeniden canlandı? Sanırım şu an var olan koşullarım beni bunu düşünmeye itiyor. “Var olmak” tam olarak neyi ifade ediyordu. Herkesin bir var oluşunu kanıtlama gayreti var öyle değil mi? Henüz çocukluk yaşındayken arkadaşımın alayına hedef olduğum an sarf ettiğim varoluş çabasını hatırlıyorum mesela.. döktüğüm terleri.. kim bilir kaçı mutlu yaşadığı hayattan? Onlar buldular mı bakalım aradıkları ruh eşlerini.. evlenip çocuk sahibi oldular mı? Herkes aşağı yukarı benzer hayatı yaşıyor, ha bir eksik ha bir fazla, aşağı yukarı aynı. Bu kadar yeter, duyularla bir yere kadar gidilebilir.

Belki durup hesaplaşacak vaktim bile yok Ne acı.. oyuncağımı aldığı için tokat attığım kız kardeşimden özür dileyemeyeceğim örneğin. Sahi O nerede acaba? Belki arkalarda bir yerde ya da başka bir mezbaha kuyruğunda. Benden çok önce ıslık çalmayı öğrenebilmişti. Kolay gibi görünse de parmakların ve dilin pozisyonunu iyi ayarlamak gerekiyor. Ancak uzun uğraşlar sonunda bana da öğretebildiğini anımsıyorum. Yeri geldiğinde sadece ıslıkla bile anlaştığımız zamanlar oluyordu. Bazen gizli bir kod olarak kullanıyorduk. Buna bir anlam veremeyen annem yeter artık kafamı şişirdiniz diye bağırıyordu. Aslında sinirli bir kadın değildi. Yani yeri geldiğinde kahkaha atmayı ya da dans etmeyi iyi bilirdi. Hatta o kadar ki, gülerken bayılacak gibi olurdu çoğu zaman. Ağzını o kadar ayırma derdik, bir şey olmaz derdi, kilitlenip kalacaksın bir gün derdik, size ne karışmayın gülmeme derdi. Yine de bana sorarsanız tuhaf bir kadındı. Deniz’in üzerinde çırpınmasına gerek yoktu. Su zaten onu kaldırabilecek kuvvetteydi, bunu biliyor olmalıydı. Belki de korktuğu içindir. Ben de korkuyorum ama devinmeyi çoktan bırakmış gibiyim. Annemden neden ölmüş gibi bahsediyorum ki.. belki çoktan.. hayır hayır belki de bir yerlerde.. belki.. her neyse.. tüm bunları düşünmeye yetecek kadar bile vaktimin olduğunu sanmıyorum. Neredeyse varmak üzereyiz. Kendimi batmakta olan Titanic gemisinin güvertesinde gibi hissediyorum. Her şey inanılmaz yavaş, bir o kadar da hızlı sanki.

Benden sonra, yani ölümümle birlikte artık hiçbir şeyi bilemeyecek olmak çok üzücü.. mesela bazı şeylerin değişeceğini görememek, ne zaman olacağını bilememek. ölümden sonra ne olacak acaba? Bize hep öğretildiği gibi Cennet ya da cehennem gerçekten var mı? Ve ben hangisinde yer alacağım? Şu an cezalandırılıyorsam eğer cehennem kısmına gideceğim sanırım. Beni sözüm ona cezalandıranlar ne kadar masum? Adalet kavramına girebilecek kadar zamanımın olduğunu sanmıyorum. Donuk bakışlarımın arkasında zihnimde gizlediğim düşüncelerin var olduğunu bilselerdi eminim bunu için de bir ceza almam gerekirdi. Bazen düşünceleri Çernobil’den bile daha tehlikeli bulduklarını unutuyorum. Annem yüzmem için beni yanına çağırıyor. Hayra alamet değil bu çağırış. Çünkü yüzmeyi öğrenmeye yeni başladığımdan cesaret edemezdi yanına çağırmaya, hele kendisi suyun üzerinde kalabilmek için devinirken. Bir şeyler olacağı kesin. Denemek istiyorum. Orada olup olmadıklarını bilmek istiyorum. Epeyce yaklaştık. Soğukluğu hissediyorum. Zaman döngüsünün artık bir öneminin olmadığını, ya da kendimi o döngünün dışına atılmış gibi hissediyorum. Her şeyin bitmekte olduğunu… O’nun anlayacağı bir dilde ıslığımı çalıyorum, her şey bir anda donuyor, ya da bana öyle geliyor. Sesin yayılışını görebiliyorum. Yayından çıkan ok gibi fırlıyor. Bir süre geçiyor. Bir an sessizlik.. neden herkes durdu? Belki de bir ıslık sesi bekliyorlardı. Uzaklardan kulağıma gelen bir ses bana karşılık verdi. Bu kız kardeşimdi. Hemen yeniden çaldım ıslığımı, annemin yanında olup olmadığını sordum, yanımda diye cevap verdi. Sevinçten ağlamaya başladım. Belki de külçe gibi kaskatı olan bedenim ilk defa yer çekimine direnç gösterdi, köküne su verilen bir ağaç gibi yaprakları çoğalarak açtı. Önce özür diledim, sonra onları sevdiğimi söyledim. İşte o an yalnız olmadığımı hissedebildim. Aile kavramının ne kadar değerli ve özel olduğunu bir kez daha anladım. Hep böyle anlarda anlamaz mıyız? Bir şeyler ters gittiğinde.. ıslığın geldiği yöne doğru deli gibi koşmaya başladım, herkes benimle birlikte koşmaya başladı.. yönler birbirine girdi.. ben hangi yöne gitmekteydim, ses nereden gelmişti artık bilmiyorum. ıslık sesleri çoğalmaya başladı. Silah sesleriyle iç içe geçiyordu. Kısa sürede Tüm sesler birbirine karıştı. Farkında olmadan bir devinim başlatmış oldum. Belki de yaklaşmakta olan katliamı hızlandırdım bilmiyorum. Ama artık gönül rahatlığıyla ölebilirdim. Çünkü devinmeye cesaret etmiştim. Ya da kendimi ölümsüzleştirdim. En azından hiçlik içinde öylece donuk bakışlı, ürkek ve çaresiz olmayacaktı..

20.05.2020 Mert Küçülmez


bottom of page