top of page

YÜZLEŞME



Onca yolu yalnızca özür dilemek için gelmiş olamazdı insan kılığına bürünmüş iblis. Adımlarını her zaman ölçerek atardı. Zira kendi hayrına olmayan adımlarından hiç bahsetmek istemiyorum bile. Şimdi bunca yolu adımlayarak gelmiş olmasının bir nedeni olmalı. Belki önyargılı olduğumu düşünüyor olabilirsiniz ya da insanların sadece çıkarları kadarına parmaklarını oynattıklarını düşündüğümü.. evet böyle düşündüğümü düşünüyor olabilirsiniz. Aslında bir bakıma belki öyle düşünüyorum. İçten içe.. kim bilir.. ama yine de şimdilik bununla ilgili detay vermek istemiyorum. Benim asıl konum onca yolu sadece özür dilemek için mi gelmiş olduğu. Bunu açık açık soracağım kendisine. Ama ya gerçek niyetini postunun arkasına gizlemişse, dile getirmezse yüreğinden geçeni.. bunu nereden bilebilirim ki. Çoğu insanın gerçek yüzünü maskelediğini ima ettiğimi ve kuşkucu bir kişiliğim olduğunu düşünebilirsiniz. Bir bakıma olabilir. İçten içe.. ama asıl konumuz bu değil. O’nun gerçek maksadının özür dilemek mi olduğu.. karşımda suskun oturuyor. Mümkün olduğunca birbirimizin yüzüne bakmıyoruz. Yorgun görünüyor. “bugün de hava serin” diyor sevimsiz bir şekilde. Kilometrelerce yol geldikten sonra ağzından çıkan cümlenin aleladeliğine bakın. Öylesine söylenmiş bir “evet” çıkıyor ağzımdan. Donuk bakışlarımı pencereden dışarıya yöneltiyorum. Öfkeli olduğumu düşünebilirsiniz. Şüphesiz öyle görünüyor olabilirim. Sessizlik sinirlerimi bozuyor olabilir. Ya da bir şeyler duyma ihtiyacım karşılanmadığı için içten içe öfkeli olabilirim. Ama kimin umurunda ki şimdi bu. Benim asıl merak ettiğim konu neden burada olduğuyla ilgili. -Geçen onca yılın ardından, yani beni burada yalnızlığıma mahkum ettiğin zamanın ardından, bir gün hiçbir şey olmamış gibi ya da olmuş da vicdanını rahatlatma ihtiyacın varmış gibi özür dilemek için yanıma geliyorsun. Ama ağzından çıkan tek cümle bugün havanın serin olduğu. Evet sadece bugün değil, sen gittiğinden beri demek isterdim. Sana kızgın ya da kırgın değilim. Annenin cenazesine katılamayacak kadar yoğun olmanı suçlamıyorum. Zaman herkese göre farklı işler. Hayır bunun için sana kızgın değilim.- Uzunca bir süre pencerede olan bakışlarımı –ne kadar sürdüğünü kestiremiyorum, uzun sürmüş olmalı- O’na geri döndürdüğümde koltukta öylece uykuya dalmış buldum. Kilometrelerce yol yürümüştü. Yorgun olmalıydı. Yine de yürüyerek gelmek kendi tercihiydi. Ama bunun için O’nu suçlayamam. Evet bugün hava epey serindi. Yan odadan battaniye getirdim. Çiçek desenli olanını. Annemin daha çok kullandığını. Bunu O da biliyordu. Hayır ben aslında O’nu daha çok cezalandırmak ya da vicdan azabı çektirmek için yapmıyordum. Belki bir parça ileri gitmiş olabilirim. Onca örtü varken neden bunu getirip koydum ki üzerine.. bir süre yüzünü izledim. Uyurken masum görünüyordu. Biraz babama benziyordu. Düşünceli.. Tamam bunu yapmayacağım. Annemin battaniyesini yavaşça üzerinden aldım ve gidip başka bir tane yani bizim için hiçbir anlam ifade etmeyen başka bir örtü getirdim. Neyse ki uyanmadı. Hiçbir şeyin farkında olmadı. Sonuçta merhametsiz birisi gibi görünmek istemem. Kuşkusuz öyle de değilim. Uykusu ne kadar da derin görünüyor. Bütün gün uyuyacak mı? Ne yani onca yolu uyumak için mi geldi? Saçmalık bu. Ya dönüş için saat çok geç olur da burada kalmak zorunda olursa? Yani o kadar uzun oldu ki.. gittiğinden beri hep yalnızdım. Şimdi birden bire, hiçbir şey olmamış gibi… Odasına hiç dokunmadık, her şey yerli yerinde öylece duruyor. Sadece biraz tozlanmış olabilir. Hangimiz tozlanmadık ki geçen zaman diliminde.. sahi neden odasında değil de koltukta uyumayı tercih etti.. besbelli uyumaya niyeti yoktu. Her neyse çok önemli değil bütün bunlar. Gece burada kalır mı acaba.. kalmak isterse ona ne demeliyim? Zihnim çok karmaşık, hiçbir sorumun cevabını bulamıyorum. Tamam şöyle yapacağım; neden burada olduğunu soracağım ve özrü beni tatmin ederse kalmasına müsaade edeceğim. Aslında yasal olarak burası O’nun da evi. Kendi evinde kalmaya hakkı var kuşkusuz. O zaman O’na surat asarım ben de. Asık suratlı birisiyle kalmak istemez herhalde. Hava kararmak üzere, hala uyuyor. Mutfağa gidip çorba pişirmeye karar veriyorum. O’nun için yaptığımı düşünebilirsiniz. Evet böyle düşünebilirsiniz, ama akşam için kendi yemeğim de yok. Çok mu bencil görünüyorum? Her neyse ne önemi var ki.. Yemek saati uyanabildi. Belki kokular iştahını açtı. Her zaman ki aynı masaya oturduk, dört kişilik olan. İki kişi için oldukça ideal olsa da kendimi sıkışmış gibi hissettim. Sanki kasem masaya sığmıyor ve elime almam gerekiyormuş gibi. Ama insanın kendi evinde yabancıymış gibi tabağını kucağına alarak yemeğini yemesi tuhaf olurdu değil mi? Evet ben de öyle düşündüm. İkimizin de ağzını bıçak açmıyordu. Sessizlikte kaşığın tabağa çarpma sesleri bir süre sonra ritmik bir müziğe dönüşmüştü. Suskunluk epey canımı sıkmıştı ki “onca yolu sadece özür dilemek için mi geldin” diye soruverdim. Önce çok şaşırdı, gözleriyle bir şeyler söylercesine gözlerimin içine baktı. Gerçekten de öylesine anlam yüklülerdi ki beni sandalyeme mıhladı. Bir süre bakıştıktan sonra içten bir “evet” dedi. Neden şimdi diye sordum. “İnsanlar zamanla değişebilir” dedi. Ve saatlerce bana değişimden bahsetti. Yürüyerek gelmeyi de bu yüzden tercih ettiğini. Anlattıklarına bakılırsa gerçekten de yaşama farklı pencereden baktığı belli oluyordu. Görmüş olduğum iblis yüzünden eser yoktu. Çok çabuk ikna olduğumu düşünüyor olabilirsiniz ama neden olmasın? Belki de söylediklerinden çok bakışlarıyla anlattıkları beni daha çok ikna etti. Sanki göstermek istediği tüm gerçeği zihnimde belirtti. Çok netti. Yine de bu kadar çabuk ikna olmam tuhaf. İçgüdüsel olarak burada istediğin kadar kalabilirsin dedim O’na. Sonuçta burası O’nun da evi. Belki yeni bir hayat için ikimiz açısından da bir fırsat olur. Aslında O’na ne kadar kızgın olsam da burada benimle kalmasını istiyordum. Yalnızlık bana iyi gelmiyordu. Gitgide deformasyona uğradığımı hissediyordum. Hayatımı paylaşacağım birilerine ihtiyacım vardı. İnsanların kendi çıkarlarını ön planda tuttuğunu düşündüğümü düşünebilirsiniz. Belki de düşünüyorum.. içten içe.. kim bilir…

Şubat 2021 Mert Küçülmez

bottom of page